«

»

Tem 28 2013

Sınav Sistemi Üzerine Düşünceler

matematik-karikatür-2Hayatımızdaki sınavların en büyük işlevi “elemek”. Maalesef sınavların, liyakati tespit ve teslim etmekle pek alakası yok. Sınav yerine farklı bir sistem düşünüyorum. Henüz bulamadım ama en azından sıkıntılarımı yazmak istedim. :(

Birçok konuda tabiattan örnek alırız ya, bu konuda da tabiat üzerine kafa yoruyorum. Sınav yerine doğal seçilim (natural selection) işe yarar mı acaba? Doğal seçilimin Wikipedia’dan alınma tanımı şöyle:

Doğal seçilim, belirli bir türde dış çevreye uyum konusunda daha elverişli özelliklere sahip organizmaların, bu elverişli özelliklere sahip olmayan diğer bireylere göre yaşama ve üreme şanslarının daha yüksek olması ve bunun sonucu olarak genlerini yeni kuşaklara aktarabilmeleri yoluyla işleyen evrimsel mekanizma.

Antilop sürüsünü yavaşlatan ihtiyar hayvanların timsahlar tarafından yakalanması, kelebeğin kozadan çıkmak için dakikalaca çabalaması, 10-15 sene ekilmeyen tarlanın orman haline gelmesi, hep “doğal seçilimin” sonuçları. Kural: güçlü olan yaşar ve kabiliyetlerini (genlerini, bilgisini, tecrübesini, vb.) sonraki nesle aktarmaya hak kazanır.

Tekrar bizim sınav sistemine dönelim. Birçok sıkıntı var ama ilk akla gelenleri hızlıca yazayım:

  • Sınavda sorulan soruların, sınavı kazananların hak edeceği konu ile pek ilgisi yok.
  • Sınavlar, “layık olanı” seçmekten uzak. IQ da ölçmüyor artık sınavlar, çoğunlukla kimin daha fazla ineklediğini ölçüyor. Bu durumda da sınavı geçenler; sistemi kabul eden, asilik yapmayan, iyi süt veren cinsten oluyor.
  • Her sınavın taktiği var. İsteyenler arama motoruna “… sınavı taktikleri” veya “… sınavı tüyoları” yazıp deneyebilir. Taktiklerin işe yarayıp yaramadığını bilmiyorum ama “sınavın taktikle geçilmeye çalışılması, sınavın işe yaramadığının göstergesi” bence.
  • Sınav puanına göre yapılan yerleştirmeler, çok feci yerleştiriyor. Tıp’a puanı yetmediği için bilgisayar mühendisliğine gelen bir öğrencim vardı, 2 sene önce ikinci sınıftaydı. Şimdi mezun oldu. Okuldaki ilk iki senesinin “feci durumu” kabul etmeye çalışmakla geçtiğini söylüyordu. Mezun olmasına yakın, bu mesleği sevmeye başlamıştı. Ya da çaresizliği öğrenmişti (bkz. “öğrenilmiş çaresizlik”)
  • Sınavdan yüksek puan almak “başarılı olmak”; düşük puan almak ise “başarısız olmak” olarak kabulleniliyor. Bu da bir tuzak. Zeki bir çocuğun sınavdan düşük puan alması için hızlıca aklıma gelen olası nedenleri saymak istiyorum:
    • 2-3 senenin gerginliği son senede iyice tavan yapmış ve artan gerilim 2-3 saat içinde boşalacaktır. Bunun stresi yeter de artar bile. Fay hatlarının ani kırılmasında açığa çıkan enerjiyi düşünün. Pek te farklı değil durum.
    • Sabah sınava geç kalma paniği ile gider ve psikolojisi bozulmuştur.
    • Gece uyurken üstü açık kalmıştır, üşütmüştür, ishal olmuştur.
    • Evde ebeveynler arasında birkaç gündür yaşanan gerilim çocuğu etkilemiştir.
    • Zeki olduğu için muhtemelen etrafında anlaşılmıyordur, çevreye uyum sağlayamadığı için yıllarca salak muamelesi yapılmıştır.
    • Ailesi istediği bölüme (uzak bir yere) göndermeyecektir veya gönderemeyecektir, canı sıkılmıştır.
    • Sınava giderken kapıdaki paranoyak denetimler, görevlilerin terörist arar gibi davranışları psikolojisini bozmuştur.
    • Ayn Rand okumuş ve bu memleketten bir halt olmayacağına inanmıştır, adam olup bir şeyleri düzeltse bile çok geçmeden bir başkasının bozacağından emindir. Bu nedenle John Galt’ın peşinden gitmek istemiştir (bkz. “Atlas Silkindi”)
    • Into The Wild‘ı okumuştur ve hayatın anlamsızlığına inanıp Alaska’ya yerleşmek istemiştir.
    • Pink Floyd dinlemiştir, eğitim sistemindeki sıkıntıları görüp sisteme uymaktan vazgeçmiştir. (bkz. “Brick On The Wall”)
    • Önceki gece heyecandan uyuyamadığı için sınavda başı ağrımıştır.
    • Dershaneye gidememiştir, eziktir.
    • Dershaneye ve özel derslerine tonlarca para harcayan babasına; günlerde çocuğunun başarısından bahseden annesine, ve hayatta kendi yapamadıklarının tamamını çocuktan bekleyen bütün ebeveynlerine mahcup olmamak için gerilmiştir. Ya da bazen sırf onlara ders vermek için kasıtlı olarak puan almıştır. “Son şansınızı yanlış ata oynadınız” demek istemiştir.
    • Sınav sistemini reddediyordur. Saddam Hüseyin’in Amerikan mahkemesini “sizler kim oluyorsunuz da beni yargılıyorsunuz? Meşruiyetinizi tanımıyorum ve yetkilerinizi reddediyorum” diyerek reddetmesi gibi, sınav sistemimizin meşruiyetini reddetmek istemiş olabilir.

6484Biraz daha düşünülse bir ton daha sınavdan düşük puan almak konusunda olası sebep yazılabilir. Ve bunların gerçekleşme olasılığı hiç te düşük değil. Peki sınavdan düşük not almak için bu kadar sebep varken, kimler sınavdan yüksek puan alabiliyor? Duygusal ve çevresel etkenlerden pek faza etkilemeyenler. Biraz daha açarsak; hedefe kilitlenenler, robotlaşmış insanlar. Bu insanlar ilk Onbin’e giriyor ve önemli bölümlere yerleşiyor. Bu insanlar önemli bölümleri bitirip, memlekette önemli işleri yapıyor.

Eskiden güzellik yarışmaları popülerdi. Ailecek evlerde heyecanla izlenirdi ve her TV karşısında kesin birileri aynı yorumu yapardı: “Memlekette ne güzeller var ama biz sadece yarışmaya başvuranları görüyoruz. Köylerde tarlalarda çalışan güzelleri görmüyoruz”. Benzer şekilde; herhangi bir nedenle sınavda yüksek puan alamayan insanları, sınav sisteminin doğası gereği dışlıyoruz. “Başarısız” onlar. Veya ezik, kaybeden, loser, tutunamayan (bkz. Oğuz Atay), vb.

Şimdi sınav konusunu bir süreliğine unutalım. Bir patron düşünelim, işe personel almak istiyor. Ama kritik noktalarda çalışacak personel alınacak ve işi şansa bırakmak istemiyor. Benzer durumdaki herkes ince eleyip sık dokur zaten. Kimse kendi işini, ehil olmadığını düşündüğü kimseye bırakmak istemez. Böyle bir durumda; kim Matematik, Fizik, Tarih, Coğrafya sorularıyla sınav yapar ve yüksek alanı sorgusuz sualsiz işe alır? Aklı olan hiç kimse. Bunun yerine ne yapılır? İşle ilgili kritik sorular sorulur. Örnekler:

  • Bu işi neden istiyorsunuz? Bizi ikna edin.
  • İşimize ne katacaksınız? Neden sizi işe almalıyız?
  • Geçmiş tecrübelerinizi öğrenebilir miyiz? Size bu işi teslim edecek kadar tecrübeli misiniz?
  • Bizim için yabancı dil önemli, Ali Bey ile birkaç dakikalık İngilizce mülakat yapmanızı istiyoruz.
  • Yöneticilik, liderlik, organizasyon becerisi, verimli iletişim, dirayetli olma, ekip çalışmasına yatkınlık, ortak hedefe kilitlenebilme, bazen geniş açı bazen de zum yaparak ortama dışarıdan bakabilme, vb. ifadelerden kendinizde olduğunu düşündükleriniz var mı?
  • vb.

Birçok olgun kuruluşta kritik görevlere personel alma konusunda, artık mezun olunan okul dahi önemsenmiyor. İşveren için en önemli şey; çalışanına güvenerek işini teslim edebilmesi ve o çalışanın işe karlılık katmasıdır. Bunları yaptığı sürece diğer tüm konular teferruattır.

Biraz daha patron açısından bakmaya çalışalım. Okulu bitirmiş vatandaşın da liyakati sıkıntılı. Mimarlığa puanı yetmediği için elektronik mühendisi olan ve yemeğin başında ağzı yanınca sonuna kadar her tadın acı gelmesi gibi, mimar olamamanın acısı ile yaşayan bir elektronik mühendisiyle kim çalışmak ister?

Sınavlar maalesef çok ufak bir azınlığı mutlu ediyor. Sınava giren sayısı bu kadar çok olmasa sorun da bu kadar büyük olmayacak aslında. Bizim zamanımızda üniversite sınavı daha anlamlıydı. Herkes okumak istemiyordu çünkü. Çiftçinin oğlu köyünde mutlu ise okumuyordu, babasından tarlayı devralıyordu. Ancak şimdi durum farklı. Sınav sonunda başarılı kabul edilecek olan sayının onlarca yüzlerce kat fazlası insan başvuruyor sınava. Bu durumda da gerçekten isteyen ve yatkınlığı olandan ziyade, puanı yüksek olanlar yerleşiyor ilgili bölümlere. Öğretmen açısından, okulda ders anlatırken, tıp’a puanı yetmeyip te gelmiş olan öğrencinin suratından okunabiliyor geçmiş acıları…

Nasıl bir sistem olmalı bilmiyorum ama sınav sisteminin sıkıntıları ve el atmak gerektiği ortada. Umudumuzu bağladığımız gençlik bu şekilde yetişiyor. Canına okuduğumuz gençliğin bu durumunda hepimizin payı var. Her sene eğitim ve değerlendirme sistemini değiştiren siyasiler kadar onlara oy veren bizlerin de sorumluluğumuz var. İktidara oy veren, ses çıkarmıyor. Muhalefete oy veren de sürekli konuştuğu için önemli doğrular da arada kaybolup gidiyor.

Oy vermek, konuşmak, yazmak, direnmek, bir şekilde eylem yapmak… Hepsi yapılıyor memlekette. Ancak çözüme ne kadar yaklaştırıyor bunlar? Çözüme pek fazla yaklaştırmadığı gibi, tarafları da birbirinden uzaklaştırıyor. Birbirinden uzaklaşan tarafların anlaşması daha da zor oluyor. Ve bu anlaşma olmadan, yetkisi olanlar “en iyisi”ne karar verip yapsa bile, genel kamu tarafından sahiplenilmesi kolay olmuyor.

Ne yapacağız peki? Kesin cevabım yok. Ama Peygamber Efendimizin torunlarının yaşlı adama abdest almayı öğrettikleri hikaye manidar:

Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin çeşmede abdest alırken yandaki adamın hatalı abdest aldığını farkederler. “Nasıl yapsak ta kalbini kırmadan söylesek” diye düşünürler ve bulurlar yöntemi. Adamdan rica ederler, “amca bize bakar mısın hangimiz daha güzel abdest alıyoruz?” diye sorarlar. Adam onlara bakınca, kendi hatasının farkına varır ve “İkiniz de benden daha güzel abdest aldınız, teşekkür ederim. Hatamın farkına vardım” mealinde konuşur.

Niyet halis olmalı; niyetin halis olması yetmez, çaba harcamalı. Hem niyeti hem yöntemleri sık sık sorgulamalı. Yılardır bu işi yapıyorum piştim artık dememeli. Bazen bir çocuk, bazen bir deli, bazen hiç alakasız birinin bir yorumu doğru bildiğimiz yanlışı fark ettirebilir. Yöntemlerimizi kesinlikle gözden geçirmeli.

Sınavdan girdik, nerelerden çıktık… Müsadenizle tekrar merkeze yaklaşmak istiyorum. Sınavlarla ilgili aklıma gelen bir fikir de özetle şöyle: İsteyen, gerçekten istediğini göstersin. Bu da nasıl olur bilmiyorum. Eskilerde çocuğunun bir işi öğrenmesini isteyen baba, çocuğu çırak vereceği yere para verirmiş. Üstüne bir de çırak olan çocuk; ustanın kaprisine, celaline, ezmesine, iş yüküne katlanır ve bu şekilde iş öğrenirmiş. Kalfa olduğunda da usta olduğunda da işin her aşamasını bilir ve işinin sorumluluğunu yerine getirirmiş.

yunusemre-300x348Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre’yi dergahına almak istemiş. Yunus önce istememiş. Sonra pişman olup geri döndüğünde de hacı Bektaş Veli kabul etmemiş. “Senin kilidini Taptuk Emre’ye sattık” demiş. Yunus gitmiş, Taptuk Emre’nin dergahında 40 sene odun taşımış. Dergaha kabul edilmeyince küsüp gitmiş. Kader gene geri getirmiş, kabul olmuş. Hikayenin uzun hali internette çok yerde var, bilmeyenler okuyabilir. Dergaha girmek için çekilen eziyet önemli burada. Bu bir sınav tabii ki. Seyr-u Sülük adı verilen bu sınav; talep edilen, niyet edilen yola girmek için geçilmesi gereken aşamadır. Bir sınavdır. Ancak sınavın muhteviyatı doğrudan sınav sonrasındaki hayata hazırlıktır. Nefsi (benliği) kontrol altına alma ve yeniden teslim (İslam?) olma açısından anlamlıdır.

Yukarıda “talep” deyince aklıma geldi; talep edene “talip” (istekli) denir. Çoğuluna da “talebe” denir. Kökü aynıdır, “talep etmek” anlamındadır. İstemektir işin aslı. İstemeyene öğretemezsin. Öğrenecek olan öncelikle istekli olacak bir kere. Hem öyle istekli olacak ki 40 sene odun taşıyabilecek hedef uğruna…

Yunus örneğinden hareketle bizim sınavlarımıza bakarsak; sınavın muhteviyatının, sınav sonrası hayat ile maalesef bağı ve ilgisi bulunmamakta. Bu nedenle diplomasız mekanik profesörleri sanayide motor rektefe ediyorlar, psikoloji dehası annelerimiz 5-6 çocuk yetiştiriyor, ilkokul mezunu işletme uzmanı vatandaş çayının ve sohbetinin kalitesi nedeniyle müşterilerine kilometrelerce yol katettirebiliyor, doktorasız filozoflar köylerde “deli” ünvanı alıyor. Bir bakarsak çevremize hepimizin etrafında vardır böyle insanlar.

Sıkıntı çok aslında, bir ucundan başlayınca gerisi sökülüyor. Eğitimde bir aşamayı geçen bir vatandaş branş değiştiremiyor. Ortaokulu bitiren çocuk, o yaşta yaptığı tercihin neticesi olarak liseye, okuduğu lisenin sonrasında da benzer bir bölüme gidiyor. 4 yıllık lisans eğitimini tamamlayan vatandaş yüksek lisansta farklı bölüme giremiyor. Ortaokul sonunda yapılan bir hatalı tercihin cezasını ömür boy çektiriyoruz vatandaşa… Mimar Sinan 50’sinden sonra askerliği bırakıp mimar olmuş. Günümüzde bir muvazzaf askerin 50’sinden sonra mimar olabilme ihtimali ne kadar acaba?

Bu değirmenden Mimar Sinan çıkmasını beklememek lazım belki de…

Kafamdaki ütopyanın temeli aslında yukarıda yazılanlardan anlaşılıyor. Detaylara çalışılmalı. Kast sistemlerindeki “sen şu işi yapamazsın” şeklinde kısıtlamaları temizlemek veya azaltmak lazım. Sanayideki Kadir Usta’yı meslekten sınava sokalım, geçsin ve fahri doktora yapmış olsun, alsın diplomasını. Sınavları Seyr-u Süluk gibi düşünmek, hazırlamak lazım. Sınavların muhteviyatının sınav sonrası hayatla ilgisi olması lazım. Sınava girenlerin “istekli” olması lazım. Hepsinin öncesinde; hepimizin “samimi” olması ve niyetlerimizin “hayır” olması lazım.

Yorumu formunu geç

  1. erhan erkoç

    Bizde zamanında bir çok sınava girdik.Derece yaptığımızda oldu geriye dönüp baktığımda çoğu gereksizmiş. Öğrencilere daha çok mesleki eğitim verlirse, bir sınav sonucu meslek edinme yerine uzmanlaşmış bir meslek sahibi olunur diye düşünüyorum. Tamamen kaygılardan uzak bir toplum için öenmli.

  2. inşaat

    yazdıklarınıza gözü kapalı imzamı atarım.

  3. hd full izle

    artık yasamak ıcın sınavar gırmemız gıbı sınavlar artık yasam kaynagı

  4. uur

    Hocam yazdıklarınıza katılmamak mümkün değil. Maddeler halinde yazdığınız kısımdaki 2,3 ve 4. maddeler çok  güzel tespitler. Sistemi bu  hale getirenler başa gelirken seçimle  gelmek  yerine MSYS ( milletvekili seçme ve YERLEŞTİRME sınavı) gibi  bir sınavla  gelmiş  olsalardı  belki  çözüm  için  en az sizin kadar fikir üretebilirlerdi.

  5. CEMAL DEMİR

    Hacı Bektaş ile Yunus çağdaş değil sanırım. Yine de güzel yazı.

Yorumlara kapatılmıştır.

Bad Behavior has blocked 15 access attempts in the last 7 days.